Son dönemde ABD ile İran arasında yükselen nükleer gerilim, Ortadoğu'daki güvenlik dinamiklerini altüst etmiş durumda. Bu durum, yalnızca iki ülke arasında değil, bölgedeki diğer güçlerin de stratejilerini etkileyecek şekilde geniş bir etki yaratıyor. Amerikan üslerinde alınan güvenlik önlemleri artırılırken, her iki tarafın söyleminde de sertleşme gözlemleniyor.
İran ile ABD arasında 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşma, Trump yönetiminin anlaşmadan çekilmesiyle ciddi sarsıntılar geçirmişti. İki ülke arasındaki mevcut durum, bölgedeki diğer aktörlerin de müdahil olduğu karmaşık bir stratejik savaşa dönüşmüş durumda. 2021'de Biden yönetimi, İran ile ilişkileri yeniden normalleştirmeye çalışmıştı fakat bu çabalar, İran'ın nükleer programını hızlandırmasıyla ciddi şekilde sekteye uğradı. Şu anki gerilim, İran’ın uranyum zenginleştirme seviyelerini artırması ve ABD'nin çeşitli yaptırımlarla karşılık vermesi ile daha da tırmanmış durumda.
ABD, İran’ın nükleer programını kontrol altında tutmak amacıyla Ortadoğu’daki askeri varlığını güçlendirme kararı aldı. Bu bağlamda, özellikle Irak, Suriye ve Afganistan’da bulunan askeri üslerde alarm seviyeleri artırıldı. Pentagon, olası bir saldırıya karşı savunma hazırlıklarını hızlandırırken, bölgedeki asker sayısını artırmayı da değerlendiriyor. Bu durum, yalnızca askeri stratejilerin değil, bölgedeki siyasi dengelerin de değişimine yol açabilir.
Bu kadar yüksek tansiyonun olduğu bir ortamda, uluslararası toplumun tepkileri de önem kazanıyor. Avrupa ülkelerinin nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılmasına yönelik çabaları sürerken, ABD'nin tavrındaki sertlik, olası bir müzakerelere dair umutları azaltıyor. İran, uluslararası yaptırımlar ve ekonomik baskılara karşı çıkarken, kendi nükleer programını bir caydırıcılık aracı olarak kullanıyor. Bu durum, Batı ile İran arasında sürekli bir çatışma ortamı yaratıyor.
Uzmanlar, bölgedeki bu gerilimin, yalnızca ikili ilişkiler açısından değil, aynı zamanda jeopolitik dengeler açısından da büyük riskler taşıdığına dikkat çekiyor. İran’ın nükleer kapasitesinin artışı, diğer bölgesel güçleri de benzer askeri programlar geliştirmeye yönlendirebilir. Örneğin, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye, kendi nükleer programlarını hayata geçirme düşünceleriyle gündeme gelebilirler. Bu da Ortadoğu’yu adeta bir nükleer silahlanma yarışına sürükleyebilir.
Sonuç olarak, ABD ve İran arasındaki nükleer gerilim, sadece iki ülkenin değil, tüm Ortadoğu’nun güvenliğini tehdit eden bir durum haline gelmiştir. Amerikan üslerinde yaşanan alarm durumları, bu gerilimin ciddiyetini yansıtırken, bölgedeki diğer ülkelerin de sürece dahil olması, uluslararası güvenlik parametrelerini yeniden düşünmeyi gerektiriyor. Savaş ihtimali hâlâ bir tehdit olarak ortaya çıkarken, diplomatik çözümler üzerinde durulması büyük önem taşıyor. Önümüzdeki günlerde bu durumla ilgili atılacak adımlar, hem Ortadoğu'nun hem de dünyadaki barış ortamının geleceğini belirleyecek.