Son günlerde gündemi sarsan bir olay, hem aileleri hem de toplumu derinden etkiledi. Bir kadının, eşi tarafından kızıyla birlikte acımasızca katledilmesi, kadın cinayetleri konusundaki tartışmaları yeniden alevlendirdi. Olayın detaylarına geçmeden önce, bu trajik olayın arka planına göz atmak oldukça önemli. Daha önce defalarca eşi tarafından tehdit edildiğini, “Sonum iyi olmayacak” diyerek çevresine bildiren bu kadının şartları, adeta bir toplumsal uyarı niteliği taşıyor.
Olay, yerel bir şehirde geçen ay gerçekleşti. İddiaya göre, 30'lu yaşlarda olan kadın, eşiyle arasındaki sorunları belirtirken, toplumun gözünde görünmez hale gelmiş bir dram yaşıyordu. İhlal edilen bir hayat, yaşanan psikolojik şiddet sonrasında uç bir noktaya geldi. Eşi tarafından sürekli olarak tehdit edilen kadın, yaptığı başvuruların sonuçsuz kalmasından dolayı çaresiz kaldı. Bu tehlikeli durum, yalnızca kadın için değil, aynı zamanda kızı için de bir hayat tehdidi oluşturdu.
Bu tür durumların arka planında, sıkça karşılaşılan bir olgu var: Kadınların yaşadığı şiddetin toplumda normalleşmesi. Kadının yaşadığı tehditler, aslında sadece onun değil, aynı zamanda çevresindeki tüm bireylerin sorumluluğudur. Olayın detaylarına göz atıldığında, kadının yaşadığı vahşi cinayet, birçok insanın gözleri önünde yaşanan bir trajediydi. Periyodik olarak 'işlenen suç' olarak adlandırılan durum, zamanla sıradan hale geldi ve toplum, bu duruma karşı duyarsızlaştı.
Bu tür olayların önlenmesi için, toplumun ve devletin üzerine düşen görevler oldukça önemlidir. Kadın cinayetleri, yalnızca bir bireyin hayatını sona erdirmekle kalmıyor; aynı zamanda aileleri, toplumları ve gelecek nesilleri de olumsuz etkiliyor. Kadına yönelik şiddet konusunda daha etkin bir mücadele yürütülmesi, toplumsal bir gereklilik haline gelmiştir. Bu nedenle, kadının yaşadığı bu travmanın üstesinden gelebilmek için, öncelikle, toplumsal farkındalığın artırılması gerekmektedir.
Kadınların karşılaştıkları tehditleri ciddiye almak ve gerekli önlemleri almak, yalnızca bir devlet politikası değil, aynı zamanda bir toplumsal dayanışma meselesidir. Medya, eğitim kurumları ve sivil toplum kuruluşlarının birlikte yapacağı farkındalık projeleri, bu tür olayların önlenmesinde büyük bir rol oynayabilir. Ayrıca, bireylerin bu tür durumlarda yalnız olmadıklarını bilmeleri, şiddet karşısında daha cesur adımlar atmaları konusunda teşvik edici olacaktır.
Son olarak, bu olayın ardından duyulan öfke ve üzüntü, sadece öne çıkmakla kalmamalıdır; eyleme dönüştürülmelidir. Ülkemizde kadına yönelik şiddetin önlenmesi için, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde farkındalığın artırılması gerekli. Unutulmamalıdır ki, her bir kadının hayatı değerlidir ve hiçbir kadın, tehditler ve şiddet ile karşı karşıya kalmamalıdır. Bu durumdan herkesin ders alması ve kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmaya yönelik adımlar atması, gelecek nesillerin daha güvenli bir dünyada yaşamasını sağlayacaktır.